Resûlullah'ın küçük kızı Ümmü Ebîha - Hz. Fâtımatü'z-Zehrâ

Itacen Sabacok | 5 Mayıs 2022

Resûl-i Ekrem henüz Medine’ye hicret etmemişti. Mekke’de müşriklerin eziyetlerinin gün geçtikçe arttığı zamanlardı. Allah Resûlü(sallallahu aleyhi ve sellem) atası İbrahim Peygamberden beri müminlerin en kıymetli mescidi olan Mescid-i Harâm’a, Kâbe’ye geldi. Tekbir getirip namaza durdu. Mekkeli müştiklerden Ebû Cehil de arkadaşları ile beraber Kâbe’nin yanında oturuyordu. Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem)’in huşu içinde namaz kıldığını görünce önce kendi aralarında onunla alay etmeye başladılar. Sonra Ebû Cehil birden arkadaşlarına dönerek: Falanca kişinin devesi yeni doğum yaptı. Kim devenin döl yatağını getirip Muhammed secdedeyken sırtına atabilir? dedi. Hep birlikte kahkahalar atarak gülmeye başladılar. İçerinden en talihsiz olanı gidip o yeni doğum yapmış devenin döl yatağını getirdi. Resûl-i Ekrem tam secdedeyken sırtına döküverdiler. Peygamber Efendimiz(sallallahu aleyhi ve sellem) secdede kalakaldı. Sırtındaki ağırlıklar başını kaldırmasına imkân vermiyordu. Mekkeliler kahkahalarını öylesine artırdılar ki gülmekten birbirlerinin üzerine yıkılıyorlardır. İşte o sırada “babacığım babacığım!” diye ağlayan bir kız çocuğu koşarak geldi. Bu kız, Peygamber Efendimiz(sallallahu aleyhi ve sellem)’in küçük kızı Fâtımatü’z-Zehrâ idi. Eğildi, babasının sırtındaki pislikleri temizledi. Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) böylece secdeden başını kaldırabildi.

Fâtıma yaşının küçüklüğüne rağmen Mekke’nin ileri gelenlerinin karşısına dikilip babasını kollamıştı. Allah Resûlü(sallallahu aleyhi ve sellem), Fâtıma’yı bambaşka bir sevgiyle sever, ona “Ümmü ebîhâ” diye hitap ederdi. [Taberânî, Ebu’l-Kasım Süleyman b. Ahmed, el-Mu’cemu’l-kebîr, I-XXV, Beyrut 1983, XXII, 397]

Ümmü ebîhâ: Yani babasının annesi! Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem), kızını âdeta anne sevgisiyle sevmekteydi. Peygamberimiz(sallallahu aleyhi ve sellem) kızını görünce pek sevinir, onu ayakta karşılar, ellerinden tutup yanaklarından öper, onu yanına oturturdu. Allah Resûlü(sallallahu aleyhi ve sellem)’in terbiyesi ile yetişen bu değerli cennet kadını, hayâ ve edebi, fiziki özellikleri, yürüme ve konuşması ile Peygamber Efendimiz(sallallahu aleyhi ve sellem)’e çok benziyordu. İsmi cennetin en faziletli kadınları arasında Âsiye, Meryem ve annesi Hatice ile birlikte anılmıştı. Peygamber Efendimiz(sallallahu aleyhi ve sellem): Fâtıma benden bir parçadır, onu sevindiren beni sevindirmiş, onu üzen beni üzmüş olur. buyurarak Fâtıma’nın kıymetini dile getirmiştir. [Buhârî, Fezâilu ashâbi’n-nebî, 12; Müslim, Fezâilu’s-sahâbe, 93-94]

Yüzünün parlaklığı ve güzelliği sebebiyle “Zehrâ”, iffeti sebebiyle de “Betül” lâkabını alan Fâtıma ile genç kızlık günlerine eriştiğinde önce Hz. Ebû Bekir bir süre sonra da Hz. Ömer evlenmek istedi. Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem) ikisine de aynı cevabı verdi. Benim kızımın yaşı küçük! [Nesâî, Nikâh, 7]

Bir müddet sonra Hz. Fâtıma’ya, Peygamber Efendimiz(sallallahu aleyhi ve sellem)’in amcasını oğlu Hz. Ali(radıyallahu anhâ) talip oldu. Hz. Ali(radıyallahu anhâ) beş yaşından beri Hz. Peygamber(sallallahu aleyhi ve sellem)’in yanındaydı ve onun terbiyesi ile yetişmişti. Resûl-i Ekrem, Ali’nin teklifine olumlu cevap verdi. Böylece Hz. Ali(radıyallahu anhâ), Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem)’in damadı olma şerefine nail oldu. İman, ahlak, edep ve ilim yönünden bir hayli zengin olan bu genç delikanlının mehir verecek kadar bile durumu yoktu. Bedir gazvesinde ganimetlerden nasibine düşen deve ile ticaret yaparak mehir ödemeyi planlıyordu. Öyle anlaşılıyor ki Fâtıma’nın arzuladığı da manevî zenginlikten başka bir şey değildi. Bir deri yastık, kadife bir örtü, iki el değirmeni ve iki su kabından ibaret bir çeyizle baba evinden ayrıldı.

Bu iki gencin evliliğinin üzerinden henüz bir yıl bile geçmeden Uhud savaşı meydana geldi. Fâtıma, kocası Ali ile beraber Uhud savaşına katıldı. Savaşta askerlere yiyecek ve su taşıdı, yaralıları tedavi etti. Savaşın şiddetlendiği sıralarda Resûl-i Ekrem de yaralandı. Dişi kırılmış, yüzü kanlar içinde kalmıştı. Fâtıma annemiz hemen bir kalkanın içinde su getirerek yarayı yıkamaya başladı. Kalkandaki kan miktarı su miktarını geçmeye başlamıştı, kanama durmuyordu. Hemen bir hasır parçasını yaktı, küllerini sevgili babasının yarasına bastırdı. Böylece kanamayı durdurdu. Mekke günlerinde Resûl-i Ekrem‘in sırtına atılanları elleriyle temizleyen Fâtıma, şimdi de kanlar içindeki yüzünü temizliyor, onu tedavi ediyordu. Bir anne şefkati ve özeni, Peygamber kızına yaraşır bir sabır ve irade ile…

Peygamber Efendimiz(sallallahu aleyhi ve sellem)’in 7 çocuğunun 6’sı kendinden önce vefat etmiş ve bir tek kızı Fâtıma kalmıştı. Hz. Peygamber’in son günlerindeki devamlı ziyaretçilerinden biriydi.

Bir gün Peygamber Efendimiz(sallallahu aleyhi ve sellem) kızı Hz. Fâtıma(radıyallahu anhâ)’ı yanına çağırdı ve kulağına bir şeyler fısıldadı. Fâtıma annemiz duyduklarına hüzünlendi, ağladı sonra babası kulağına bir kere daha bir şeyler fısıldadı ve Fâtıma annemiz bu sefer sevindi, gülümsedi. Ümmü Seleme(radıyallahu anhâ)’dan rivayet olunduğu üzere, Hz. Peygamber(sallallahu aleyhi ve sellem) vefat ettikten sonra Fâtıma’ya o gün ağlamasının ve gülmesinin sebebini sordum. Şu cevabı verdi:

Babam, önce bana kendisinin vefat edeceğini haber verdi, ben de ağladım. Sonra ehl-i beytinden kendisine ilk kavuşanın ben olacağımı haber verdi, bunun üzerine çok sevindim ve güldüm. [Tirmizî, Menâkıb, 60; İbn Sa’di Tabakât, II, 247; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 282]

Hasan, Hüseyin, Ümmü Gülsüm ve Zeyneb’in annesi; Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem)’in vefatından beş buçuk ay sonra bir Ramazan günü dünyaya veda etti.