Bi’setten 35 yıl kadar önce doğdu. Aslen Yemen menşeli Kelb kabilesindendir.
Zeyd(radıyallahu anhâ) ailesi ile yaşadığı yurda yapılan bir baskın sonucu küçük yaşlarda esir edilmişti. Köle olarak getirildiği Ukâz panayırında Hakîm b. Hızâm, halası Hz. Hatice(radıyallahu anhâ) için satın aldı onu. Hz. Hatice(radıyallahu anhâ) da Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem)’e hediye etti. Zeyd(radıyallahu anhâ), yanında anne şefkati ve baba sevgisi bulduğu yeni sahibine o kadar bağlanmıştı ki Mekke’de olduğunu öğrenen babası ile amcası kendisini geri almak istediklerinde: Ben sana, hiç kimseyi tercih etmem; sen bana hem anne hem baba gibisin. [Muhammed b. Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ, nşr. İhsân Abbâs, 8c, Dâru Sâdır, Beyrût 1968, III, 42] diyerek Allah Resûlü(sallallahu aleyhi ve sellem) ile kalmayı seçmişti. Bu tercihi, ona hem hürriyetini kazandırmış hem de onu Hâşimoğullarının bir üyesi hâline getirmişti. Çünkü Allah Resûlü(sallallahu aleyhi ve sellem) onu azad edip kendi oğlu olarak kabul ettiğini Kâbe’nin bitişiğindeki Hicr mevkiinde şu sözlerle ilan etmişti. “Şahit olun, Zeyd benim oğlumdur, o benim mirasçım, ben de onun mirasçısıyım!”
Bu sebeple Zeyd(radıyallahu anhâ), Ahzâb sûresindeki “Muhammed sizden birinin babası değildir.” [Ahzâb, 33/40] ve “Evlatlıklarınızı babalarının adlarıyla anın. Bu Allah katında adalete daha uygun bir davranıştır.” [Ahzâb, 33/5] ayetleri ininceye kadar Muhammed’in oğlu olarak anılmıştı. Bu ayetler indikten sonra babası Hârise’nin adıyla anılmaya başlandı. [Müslim, Fezâ’ilü’ş-şahâbe]
Hz. Peygamber(sallallahu aleyhi ve sellem)’den on yaş küçük olan Zeyd(radıyallahu anhâ), ondan hiç ayrılmaz, onunla birlikte hareket eder, yolculuğunda beraberinde bulunur, sofrasında ona eşlik ederdi. Allah(azze ve celle), Peygamber(sallallahu aleyhi ve sellem)’i kutlu vazife ile görevlendirince Zeyd, ona ilk inananlardan oldu ve kendisini hiç yalnız bırakmadı. Resûl-i Ekrem(sallallahu aleyhi ve sellem) hac mevsimlerinde Mina’ya gelen kabilelere İslam’ı anlatmaya giderken Zeyd(radıyallahu anhâ) da yanında bulunurdu. Ebû Tâlib(radıyallahu anhâ) ve Hz. Hatice(radıyallahu anhâ)’ın vefat ettiği, inananlara zulüm ve baskının iyice arttığı dönemde Allah Resûlü(sallallahu aleyhi ve sellem)’in destek umuduyla gittiği Tâifliler, çağrısına cevap vermedikleri kutlu Nebi’yi taş yağmuruna tuttuğunda Zeyd(radıyallahu anhâ), bedenini siper ederek onu korumaya çalışmış, kafası yarılmış, her yanı kan revan içinde kalmıştı. Buna rağmen o, Allah elçisinin durumunu düşünüyordu. Ona Mekke’ye nasıl gireceğini sormuştu da o: “Ey Zeyd! Şüphesiz Allah gördüğün bu hale bir ferahlama, bir çıkış yolu yaratacaktır. Allah, dinine yardım edecek, Peygamberini gözetecektir.” [İbnü’l-Kayyım, Şemsuddîn Muhammed b. Ebî Bekr, Zâdü’l-meâd fî hedyi hayri’l-ıbâd, nşr. Şuayb el-Arnaût-Abdülkadîr el-Arnaût, 6 c, Müessesetü’r-Risâle, Beyrût 1994, III, 33] buyurarak onun endişesini hafifletmişti. Nihayet Mut’im b. Adiy’in emanı ve koruması altında Mekke’ye girebilmişler ve birlikte Kâbe’yi tavaf etmişlerdi.
Hz. Peygamber(sallallahu aleyhi ve sellem), Zeyd’i Mekke’de amcası Hamza ile, Medine’de ise Üseyd b. Hudayr’la kardeş yapmıştı. Öyle ki Hz. Hamza(radıyallahu anhâ) vasiyetini ona bildirmişti. Kendisi şehit olduğunda çocuklarının himayesine talip olanlardan biri de Zeyd(radıyallahu anhâ) idi.
Zeyd(radıyallahu anhâ), Medine’ye hicretten sonra da dahil olmak üzere hep Allah Resûlü(sallallahu aleyhi ve sellem) ile birlikte bulunmuştu. Bedir, Uhud, Hendek savaşlarına, Hubeydiye anlaşması ve Hayber seferine katılmıştı. Hicretin üçüncü yılında Karede seriyyesini komuta eden Zeyd, pek çok ganimet ile dönünce Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem), “Seriyye kumandanlarının en hayırlısı Zeyd’dir.” [Hâkim, Ebû Abdillâh en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn, 4c, Dâru’l-Ma’rife, Beyrût ts, III, 215] buyurmuştur.
Hendek savaşında muhacirlerin sancaktarlığını yapmış, aynı zamanda Kureyza tehlikesine karşı şehre muhafız olarak gönderilen birliği komuta etmiştir. Resûlullah(sallallahu aleyhi ve sellem)’in en çok görevlendirdiği kumandan olan Zeyd(radıyallahu anhâ), on seriyyede emir olmuş, iki kere de Medine’de Hz. Peygamber(sallallahu aleyhi ve sellem)’in vekili olarak kalmıştır.
Allah Resûlü(sallallahu aleyhi ve sellem) Zeyd’i bir ordu ile sefere gönderdiğinde mutlaka onu kumandan tayin ederdi. Eğer şimdi sağ olsaydı kendisini yerine halife bırakırdı. [Müsned, VI, 226-227, 254, 281]
Resûl-i Ekrem(sallallahu aleyhi ve sellem) şehâdet haberini Medine’de ashabına göz yaşları içinde bildirdi ve şöyle dua etti: Allah’ım, Zeyd’e mağfiret et! Allah’ım, Zeyd’e mağfiret et! Allah’ım, Zeyd’e mağfiret et! Allah’ım Ca’fer’e mağfiret et! Allah’ım Abdullah’a mağfiret et!
Sa’d b. Ubâde, ölülerin arkasından ağlamayı yasaklayan Resûl-i Ekrem(sallallahu aleyhi ve sellem)’in Zeyd(radıyallahu anhâ) için ağlamasını garipseyince Resûl-i Ekrem(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
Onun içindir ki Zeyd(radıyallahu anhâ), ashab arasında “Hibbü Rasûlillâh” lakabıyla tanınırdı.
Habibullah’ın, Zeyd b. Hârise’ye verdiği değerin bir kanıtıdır bu sözler. Bir diğeri de Hz. Ömer(radıyallahu anhâ)’ın oğlu Abdullah’a verdiği cevaptır.
Abdullah, Üsâme’ye kendisinden daha çok maaş verdiği için babasına itiraz etmişti ve Hz. Ömer(radıyallahu anhâ) oğluna şu sözlerle cevap vermişti: